
Kendimizi Neden Sabote Ederiz?
Kendimizi sabote etme fikri ilk etapta kulağa biraz nedensiz gelse de biliyorum ki hepimizde sayısız karşılığı var. Bu öylesine etkili bir eylem ki yıllarca uğraşıp elde ettiklerimizi bir anda silebilme ve bizleri ne pahasına olursa olsun hayallerimizden uzak tutma gücüne sahip. Sabote edici davranışlarımız günlük yaşamda iş görüşmelerinde, akademik hayatımızda, gelecek planlarımızda, kendimizle ve başkalarıyla ilişkilerimizde düşündüğümüzden çok fazla yer kaplıyor.
Bazen ''O orada yapılır mı hiç?'' dediğimiz durumlar yaşarız ya, sabotajların günlük hayattaki karşılığı da böyle işte. İstemsizce ağzımızdan dökülenlere hayret etmemiz, kendimizi hiç yapmayacağımız davranışları yaparken bulmamız sonucunda çok zor durumlarda kalabiliriz. Diğer taraftan potansiyelimizin altında yaşamayı kabul ettiğimiz ve harekete geçmeye direndiğimiz her durum ve koşul bize kendimizi sabote ettiğimizi gösterir. Aslında bir bilinç-bilinçaltı çatışmasının arasında kalmışızdır. Bilinçli yanımız bizi ileri taşımak isterken devreye giren savunma mekanizmalarımız acı çekmemek uğruna eylemlerimize gölge düşürür.
O zaman gelin bu meseleyi örnekler üzerinden daha iyi anlamaya çalışalım. Gülen 24 yaşında, alanında çok yetenekli ve gelecek vaat eden bir kadın olmasına rağmen uzun süredir iş bulamıyor. Bir gün uzun zamandır beklediği görüşmeye çağrılıyor. İşi çok istemesine rağmen patronla alaycı bir şekilde konuşup pot üstüne pot kırıyor. Son derece pişman olsa da neden yaptığına dair hiçbir fikri olmuyor. Sonucunda da pek tabii işi alamıyor. Gülen'in aslında babasıyla sorunlu bir ilişkisi var. Babasının sert bir yapısı olmamasına rağmen kızını hafife aldığı ve kendi başarıları karşısında ‘’ezdiği’’ bir tarafı var. Gülen'in babasının yanında yıllarca hissettiği güçsüzlük bir başka otorite figürü karşısında ortaya çıkıyor ve bu defa dolaylı yoldan ''boyun eğmeyerek'' zafer kazanmış oluyor. 26 yaşındaki Aysun’un sorunu ilişkilerle. Zaman zaman çok kırıcı, biraz da düşüncesizce davranıp ortada sorun yokken kendisini birden derin bir sorunun ortasına atıyor. Ardından da erkeklerin kendisiyle ne derdi olduğunu sorguluyor. İşlerin kötü gideceğine olan inancı öylesine kuvvetli ki şartlar ne kadar lehine olsa da bir şekilde tersine çevirmeyi başarıyor. Aysu aslında ergenlik yıllarında yaşadığı tatsız bir olayın ardından yoğun şekilde suçluluk hissediyor. Şimdilerde bu olayın çok geride kaldığını düşünse de aslında suçlanacağı durumlara karşı hassas. Bu yüzden istemeden suçlu hissedeceği ve suçlanacağı durumların içine sürüklüyor kendisini ve suçlanmadan önce daha çok suçlayan taraf olmayı seçiyor. Ancak bu bağlantıyı kuramadığı için ilişkilerde ''şanssız'' olduğuna ve karşısına çıkan kişilerin ondan kolayca vazgeçtiklerine inanmaya başlamış. Oysaki hayatına giren kişiler de Aysun karşısında kendilerini yoğun şekilde reddedilmiş ve aşağılanmış hissetmekten şikayetçi. Bu sebeple geri çekilmek zorunda kalıyorlar ama Aysun bunu göremediği için aşk hayatı bu kısır döngünün dışına çıkamıyor.
Geçmişin günümüz üzerindeki etkisini ve bilinçaltının gücünü anlamadıkça hayatlarımızı istediğimiz noktalara taşımak gereğinden fazla zaman ve zahmet istiyor. Kararlarımızı kendi başımıza verdiğimizi ve hayatlarımızı idare ettiğimizi düşünürken bilinçaltı karşısında bilinçli yanımız yalnızca %10'luk bir şansa sahip. Buna direnmek ne kadar doğru, ne kadar anlamlı? Sonunda bu savaştan güçlü olan galip çıktığında elimizde bunlara benzer sabotaj anıları kalıyor. Burada sık görülen basit örneklere yer vermek istedim. Bu bağlantılar çok daha karmaşık da olabiliyor. Ancak asıl önemli olan şu, olayları ve durumları göründüğü gibi algılamaya devam ettiğimiz sürece yanılgılar da kaçınılmaz olacak. Mesele aramızda konuşulduğu gibi sadece piyasalar ya da çalışma şartlarının kötülüğü, aldatma oranlarının yüksekliği, bize yanlış yapılması, araya başkalarının girmesi vs. değil. Mesele bunlar gerçekleştiğinde nereye dokunduğu. Hangi anıyı, hangi inancı ortaya çıkardığı ve tetiklemiş olduğudur. Bunları yakalayamadıkça kendimizi sabote etmeye açık olacağız.
Çare okumak, bilgilenerek farkındalık kazanmak. Bu farkındalıkların ışığında yaşamınızı gözlemlemek. Bilinçaltınızla, geçmişinizle yüzleşmek için istekli olmak, o cesareti içinizde geliştirmek. Bir tarafımızda görmezden gelemeyeceğimiz bir geçmişimiz var. O yana baktığımızda hatırlamak ve düşünmek istemediğimiz konular oldukça yarını dilediğimiz şekilde yaratamayız. Arada sıkışarak kalarak geçirdiğimiz bugün de dünün benzerlerini yaratmaya devam eder. Mademki hayattan beklentimiz mutlu ilişkiler, çok para, sıkça gezmek, sevmek ve sevilmek bunları yaralı kalplerle elde edemeyeceğimizi bir an önce kabul edelim ki yeni bir yol seçerek ilerlediğimizi bilelim.
Geçici mutlulukların sizi yolunuzdan ayırmasına müsaade etmeyin. Yüzlerce insanla en güzel yerlerde günlerce kaynaşsak da yalnız kaldığımız anlarda tekrar gelen olumsuz hislerimiz belki acımasızca ama yarını belirlemeye devam ediyor. Size sadece isteyin olsun her şey mümkün gibi yüzeysel yaklaşanlardan olmayacağım. Kesinlikle bundan çok daha fazlası var. Bunun KISA yolu yok. Hayalinizdeki arabayı elde edebilirsiniz ama size sevgiyi getirmez. İstediğiniz gibi bir sevgiliyi kendinize çekersiniz ama en fazla üç ay sonra size inançlarınız doğrultusunda davranmaya başlayınca o ilişkiden kolayca çıkamaz yine yaralanırsınız. Para da popülerlik de, çok yapmak da, çok bilmek de içinizdeki boşluk duygusunu geçirmez. O, kendinizi bulamayışınızın eksikliğidir. Bize asıl gerekense onu elde ettiğimizde gelecek olan huzur, rahatlık, eminlik duyguları. Kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmek, böylece başkalarını da candan sevebilmek. Yani ağır ama sağlam adımlarla içimize yaptığımız, önce acıtan sonra her gün ödüllerini sunan yolculuk. Kesinlikle zor ve sıkıntılı ama sonu çok aydınlık.
Sevgiler.
Bazen ''O orada yapılır mı hiç?'' dediğimiz durumlar yaşarız ya, sabotajların günlük hayattaki karşılığı da böyle işte. İstemsizce ağzımızdan dökülenlere hayret etmemiz, kendimizi hiç yapmayacağımız davranışları yaparken bulmamız sonucunda çok zor durumlarda kalabiliriz. Diğer taraftan potansiyelimizin altında yaşamayı kabul ettiğimiz ve harekete geçmeye direndiğimiz her durum ve koşul bize kendimizi sabote ettiğimizi gösterir. Aslında bir bilinç-bilinçaltı çatışmasının arasında kalmışızdır. Bilinçli yanımız bizi ileri taşımak isterken devreye giren savunma mekanizmalarımız acı çekmemek uğruna eylemlerimize gölge düşürür.
O zaman gelin bu meseleyi örnekler üzerinden daha iyi anlamaya çalışalım. Gülen 24 yaşında, alanında çok yetenekli ve gelecek vaat eden bir kadın olmasına rağmen uzun süredir iş bulamıyor. Bir gün uzun zamandır beklediği görüşmeye çağrılıyor. İşi çok istemesine rağmen patronla alaycı bir şekilde konuşup pot üstüne pot kırıyor. Son derece pişman olsa da neden yaptığına dair hiçbir fikri olmuyor. Sonucunda da pek tabii işi alamıyor. Gülen'in aslında babasıyla sorunlu bir ilişkisi var. Babasının sert bir yapısı olmamasına rağmen kızını hafife aldığı ve kendi başarıları karşısında ‘’ezdiği’’ bir tarafı var. Gülen'in babasının yanında yıllarca hissettiği güçsüzlük bir başka otorite figürü karşısında ortaya çıkıyor ve bu defa dolaylı yoldan ''boyun eğmeyerek'' zafer kazanmış oluyor. 26 yaşındaki Aysun’un sorunu ilişkilerle. Zaman zaman çok kırıcı, biraz da düşüncesizce davranıp ortada sorun yokken kendisini birden derin bir sorunun ortasına atıyor. Ardından da erkeklerin kendisiyle ne derdi olduğunu sorguluyor. İşlerin kötü gideceğine olan inancı öylesine kuvvetli ki şartlar ne kadar lehine olsa da bir şekilde tersine çevirmeyi başarıyor. Aysu aslında ergenlik yıllarında yaşadığı tatsız bir olayın ardından yoğun şekilde suçluluk hissediyor. Şimdilerde bu olayın çok geride kaldığını düşünse de aslında suçlanacağı durumlara karşı hassas. Bu yüzden istemeden suçlu hissedeceği ve suçlanacağı durumların içine sürüklüyor kendisini ve suçlanmadan önce daha çok suçlayan taraf olmayı seçiyor. Ancak bu bağlantıyı kuramadığı için ilişkilerde ''şanssız'' olduğuna ve karşısına çıkan kişilerin ondan kolayca vazgeçtiklerine inanmaya başlamış. Oysaki hayatına giren kişiler de Aysun karşısında kendilerini yoğun şekilde reddedilmiş ve aşağılanmış hissetmekten şikayetçi. Bu sebeple geri çekilmek zorunda kalıyorlar ama Aysun bunu göremediği için aşk hayatı bu kısır döngünün dışına çıkamıyor.
Geçmişin günümüz üzerindeki etkisini ve bilinçaltının gücünü anlamadıkça hayatlarımızı istediğimiz noktalara taşımak gereğinden fazla zaman ve zahmet istiyor. Kararlarımızı kendi başımıza verdiğimizi ve hayatlarımızı idare ettiğimizi düşünürken bilinçaltı karşısında bilinçli yanımız yalnızca %10'luk bir şansa sahip. Buna direnmek ne kadar doğru, ne kadar anlamlı? Sonunda bu savaştan güçlü olan galip çıktığında elimizde bunlara benzer sabotaj anıları kalıyor. Burada sık görülen basit örneklere yer vermek istedim. Bu bağlantılar çok daha karmaşık da olabiliyor. Ancak asıl önemli olan şu, olayları ve durumları göründüğü gibi algılamaya devam ettiğimiz sürece yanılgılar da kaçınılmaz olacak. Mesele aramızda konuşulduğu gibi sadece piyasalar ya da çalışma şartlarının kötülüğü, aldatma oranlarının yüksekliği, bize yanlış yapılması, araya başkalarının girmesi vs. değil. Mesele bunlar gerçekleştiğinde nereye dokunduğu. Hangi anıyı, hangi inancı ortaya çıkardığı ve tetiklemiş olduğudur. Bunları yakalayamadıkça kendimizi sabote etmeye açık olacağız.
Çare okumak, bilgilenerek farkındalık kazanmak. Bu farkındalıkların ışığında yaşamınızı gözlemlemek. Bilinçaltınızla, geçmişinizle yüzleşmek için istekli olmak, o cesareti içinizde geliştirmek. Bir tarafımızda görmezden gelemeyeceğimiz bir geçmişimiz var. O yana baktığımızda hatırlamak ve düşünmek istemediğimiz konular oldukça yarını dilediğimiz şekilde yaratamayız. Arada sıkışarak kalarak geçirdiğimiz bugün de dünün benzerlerini yaratmaya devam eder. Mademki hayattan beklentimiz mutlu ilişkiler, çok para, sıkça gezmek, sevmek ve sevilmek bunları yaralı kalplerle elde edemeyeceğimizi bir an önce kabul edelim ki yeni bir yol seçerek ilerlediğimizi bilelim.
Geçici mutlulukların sizi yolunuzdan ayırmasına müsaade etmeyin. Yüzlerce insanla en güzel yerlerde günlerce kaynaşsak da yalnız kaldığımız anlarda tekrar gelen olumsuz hislerimiz belki acımasızca ama yarını belirlemeye devam ediyor. Size sadece isteyin olsun her şey mümkün gibi yüzeysel yaklaşanlardan olmayacağım. Kesinlikle bundan çok daha fazlası var. Bunun KISA yolu yok. Hayalinizdeki arabayı elde edebilirsiniz ama size sevgiyi getirmez. İstediğiniz gibi bir sevgiliyi kendinize çekersiniz ama en fazla üç ay sonra size inançlarınız doğrultusunda davranmaya başlayınca o ilişkiden kolayca çıkamaz yine yaralanırsınız. Para da popülerlik de, çok yapmak da, çok bilmek de içinizdeki boşluk duygusunu geçirmez. O, kendinizi bulamayışınızın eksikliğidir. Bize asıl gerekense onu elde ettiğimizde gelecek olan huzur, rahatlık, eminlik duyguları. Kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmek, böylece başkalarını da candan sevebilmek. Yani ağır ama sağlam adımlarla içimize yaptığımız, önce acıtan sonra her gün ödüllerini sunan yolculuk. Kesinlikle zor ve sıkıntılı ama sonu çok aydınlık.
Sevgiler.